NAZCA ÇİZGİLERİ NEYDİ?

          1926 Eylülünde, iki arkeolog Peru'nun güneybatısında, Nazca kasabası yakınlarındaki kayalık yamaçlara tırmandı. Perulu Toribio Mejia ve Amerikalı Alfred Kroeber'in amacı yakınlardaki bir mezarlığı görmekti. Sonra, bir an için durup, aşağıdaki düz, taşlık çöle baktıklarında, gözlerine ufka doğru uzanan çok sayıda uzun, doğru çizgiler çarptı. İki bilim insanı da o an için bu çizgilerin bir tür sulama sistemi olabileceğinden başka bir şey düşünememişti. Ancak bazı hava yollarının çölün üzerinden uçmaya başladığı 1930'lu yıllarda, pilot ve yolcular bu çizgilerden daha çok olduğunu ve başka yerlerde de yığınla benzer çizgi bulunduğunu gördüler. Kuşbakışı, birçoğu dıştan merkezlere doğru uzanan, bazıları kilometrelerce uzunlukta kusursuz doğrular oluşturan yüzlerce çizgi görülebiliyordu. Üçgenler, dikdörtgenler, yamuklar, sarmallar ve bazı hayvan şekilleri dahil, başka şekiller de vardı. Antropolog Anthony Aveni'nin yazdığı gibi, kuşbakışı manzara yoğun geçen bir geometri dersinden sonra silinmemiş bir karatahtayı andırıyordu. Toprakta ise arkeologlar çizgi ve şekilleri incelemiş ve bunların basitçe çöl yüzeyini kaplayan çakıl taşlarının bir kenara itilerek yapıldığım anlamışlardı. Altta açıkça göze çarpan açık renk kumlar vardı, çünkü koyu çakıl taşları artık çizgiler ve şekillerin etrafında bir sınır oluşturmaktaydı. Arkeologlar, bu çizimlerin bir kez yapıldıktan sonra ilk durumlarını sonsuza kadar koruyabileceğini de anlamışlardı. Nazca çevresinde çöl o kadar kuru (yılda yaklaşık yirmi dakika yağmur alıyordu) ve rüzgarsızdı ki, çizgiler pekala yüzlerce ya da hatta binlerce yıl eski olabilirdi. Gerçekten de, bu çizgilerden bazılarının yanında bulunan çömlek kalıntıları, bazılarının iki bin yıldan eski olduğunu gösteriyor gibiydi. Bilimciler, bu kadar zor bir tuval seçmeleri için dönemin sanatçılarına neyin esin kaynağı olabileceğini merak ediyorlardı. Ayrıca, neden zeminde farkına bile varılamayacak kadar büyük modeller çizmişlerdi? Bazıları, belki de antik Nazcaların bir tür ilkel planörler ya da sıcak hava balonları kullanarak uçabildiklerini varsayıyordu. Ya da belki, çizgi ve şekillerin en sansasyonel açıklamasına göre, bunlar Nazcalılar tarafından değil, uzaydan gelen ziyaretçiler tarafından çizilmişti. Bu teoriye bakılırsa, çizgiler iniş işaretleri, şekiller ise yabancı uzay gemileri için iniş pistleriydi. Erich von Daniken'in tüm dünyada çok satan "Tanrıların Arabaları" adlı kitabının üne kavuşturduğu bu uzaylılar teorisi tam bir fanteziydi. Sadece çöldeki şekillerin küçük bir kısmı ile modern bir havalimanı arasında çok yüzeysel bir benzerlik kurulmasına dayanıyordu. Ama antik Nazcaların uçmayı bildiği teorisi gibi, von Daniken'in kitabı da en azından dev ve gizemli resimlere bir çeşit açıklama öneriyordu. Kuma çizilen ve sadece kuşbakışı görülebilen bu şekillere bilimciler başka ne tür açıklama getirebilirdi ki? Nazca çizgileriyle ilgili ilk ciddi araştırma, bir Amerikalı tarihçi, Paul Kosok'un çölü ziyaret ettiği 1941'de yapıldı. Kosok da gizemin çözümünü gökyüzünden bakarak arayanlardandı. Güneşin batışını seyrederken esin perisi geldi. Ansızın güneşin uzun doğrulardan birinin neredeyse tam bitiminde batmakta olduğuna dikkat etti. Hemen o günün yılın en kısa günü ve güneşin tam batının en kuzey noktasında battığı 22 Haziran olduğu aklına geldi. Kosok daha sonra anılarını anlatırken, "Büyük bir heyecanla, bir anda bilmecenin çözüm anahtarını bulduğumuzu düşünmüştük!" demişti. "Aslına bakılırsa, antik Nazcalılar bu çizgileri kış gündönümünü işaretlemek için çizmişlerdi. Eğer bu doğruysa, o zaman diğer işaretler de pekala aynı şekilde astronomik ya da ilişkili etkinliklere bağlanabilirdi." Kosok daha kapsamlı bir inceleme yapmak için çölden ayrılmak zorundaydı. Bu yüzden Lima'da matematik öğretmenliği yapan Alman asıllı Maria Reiche'nin yardımını istedi. Yıl sonuna varmadan, Reiche diğer on iki çizginin ya kış gündönümünü ya da yaz gündönümünü gösterdiğini buldu. Kosok ve Reiche, çölün "dünyadaki en büyük astronomik kitabı" olduğu sonucuna ulaşmıştı. Ufuktaki en önemli astronomik konuları işaret eden bu çizgiler, aynı zamanda dev bir takvim görevi de görüyordu. Kosok ve Reiche'yi eleştirenler, farklı yönlerde ilerleyen çok sayıda çizginin varlığı nedeniyle, bir kısmının güneş ile aynı hizada bulunmasının kolaylıkla rastlantı ile açıklanabileceğini öne sürüyorlardı. Daha sistemli bir yaklaşım gerekliydi. 1968'de, Peru'ya gelen Gerald Hawkins işte böyle bir sistemli yaklaşımı amaçlamıştı. Hawkins bu işin tam adamı gibi görünüyordu.Bir kere arkeolog değil, astronomdu ve Stonehenge'in izdüşümleri hakkında yaptığı bilgisayar destekli analizler, onu harabelerin bir zamanlar bir astronomi gözlemevi olduğuna inandırmıştı. Hawkins, işe çöl üzerinde uçmak için bir ekiple işbirliği yaparak başladı ve çizgilerin tam bir krokisini çizerken kullanabileceği bir dizi fotoğraf çekti. Daha sonra, güneş, ay ve ufuk çizgisindeki çeşitli yıldızların konumlarını, son iki bin yıldır yavaş yavaş meydana gelen değişiklikleri de kaydettiği bilgi sayar programını kullanarak, bunları karşılaştırdı. Sonuçta, çölün belli bir kesiminden 186 çizgiyi numune olarak seçti. Hawkins 186 çizgiden 39'unun astronomik konuma uyduğunu buldu. Bu etkileyici görünebilirdi ama seçtiği çok sayıda astronomik konum onu büyük bir düş kırıklığına uğratmıştı. 19 çizgi salt rastlantı sonucu izdüşüme şöyle böyle uydurulabiliyordu. Uygun düşen diğer çizgilerin çoğu gerçekte tek bir çizginin bir yönde kış gündönümünü, diğer yönde yaz gündönümünü gösterdiği "tekrarlar"dı. Ayrıca, seçilen çizgilerin yüzde 80'inden çoğu tamamen gelişigüzel yönlerde ilerliyordu. Dolayısıyla, Stonehenge konusunda astronomik açıklamanın bir numaralı savunucusu Hawkins, Nazca'da "yıldızgüneşay takvimi teorisinin bilgisayar tarafından ortadan kaldırıldığı" sonucuna ulaştı. 1980'lerin başlarında, Kanadalı arkeolog Parsis Clarkson çizgilerin etrafında bulunan çömlek parçalarını toplayıp, Peru'nun farklı tarih öncesi dönemlerinden geldiği bilinen çömleklerle karşılaştırdı. Vardığı çarpıcı sonuca göre, bazı parçalar, özellikle hayvan şekillerinin yanında bulunanlar, iyice eski bir tarihe, İÖ 200 ve İS 200 arasındaki bir döneme tarihlendirilirken, bazıları yaklaşık bin yıl sonrasında hakim olan üsluba uyuyordu. Çizgilere bir açıklama arayanların çabaları etkileyici bir sonuca ulaşmıştı. Eğer şekil ve çizgiler bu kadar uzun bir dönemde yapılmış ve çok farklı dönemlerde yaşayan insanların ortak eserini temsil ediyorsa, o zaman farklı amaçlara da hizmet etmeliydiler. Başka bir deyişle, çizgiler için birden fazla açıklama geçerli olabilirdi. Ya da Avani'nin benzetmesine dönecek olursak, karatahta bir değil, birçok değişik geometri dersinin silinmemiş problemleri ile kaplı olabilirdi. 1980'lerin sonlarında bunları izleyen açıklamalar, çoğunlukla su ile ilgiliydi. Suyun çölde ne kadar kıt bulunduğu düşünülürse, bu şaşırtıcı sayılmaz. Antropolog Johan Reinhard, bazı çizgilerin, belki de hasat töreninin parçası olarak sulama sistemlerinin bazı bölümlerini tapınaklara bağladığını öne sürdü. Özellikle, modern Nazca çiftçileri balıkçıl,pelikan ya da tepeli akbabanın görülmesini, yağmur alameti olarak yorumladıklarından, birçok kuş çizimi yeni bir anlam kazanmıştı. Belki kuş ve diğer hayvan çizimleri yağmur duası niyetiyle çizilmişlerdi. Diğer iki antropolog, Aveni ve Helaine Silvermann, çizgilerin çeşitli coğrafi ölçüm işaretleriyle ilişkili olduğu kanısındaydılar. Çizgilerin çoğu ender görülen çöl yağmur fırtınasının ardından suların akışı yönünde uzanıyor ve birçoğu suların bir zamanlar aktığı yakınlardaki oluklarla aynı doğrultuda ilerliyordu. Aveni ve Silverman, bu çizgilerin sulama kanalları olduğunu düşünmedi, çizgiler bu amaç için çok sığdı. Ama çizgiler ve su arasında bir çeşit törensel bağ olduğu konusunda Reinhard ile aynı fikirdeydiler. Aveni, İspanyollar gelinceye kadar Peu'nın büyük bölümünde hüküm süren İnkalar konusunda uzman olan bir diğer antropolog, Tom Zuidema ile de birlikte çalıştı. Zuidema, İnka başkenti Cuzco'nun, şehir merkezindeki Güneş Tapınağı'ndan çıkan bir doğrular ağı olarak tasarlandığını biliyordu. İlk İspanyol kronikçilerine göre, ışınsal düzenin İnkalar için dinsel ve toplumsal bir önemi vardı. Zuidema ve Aveni, çöldeki birçok çizginin ışınsal düzeninin, Nazcaların da benzer inançlara sahip olduğunu gösterdiği sonucuna ulaştı. Bir başka antropolog, Gary Urton, Cuzco yakınlarındaki dağ köylerinde yaşayan modern halkın geleneklerindeki paralellikleri araştırdı. Urton, Pacariqtambo köylülerinin nasıl bazı festivallerde meydanın uzun, ince şeritlerini süpürme törenine katıldıklarını anlatıyordu. Urton'a göre, eski Nazcalıların da çöl çizgilerinde benzer bir tören gerçekleştirdiğini düşünmek hayal gücünü aşırı zorlamak olarak görünmüyordu. Bu sırada Marie Reiche, Nazca'da yaşamayı sürdürüyor, çizgilerin sadece uzmanı değil, bir koruyucusuymuş gibi davranıyordu. Erich von Daniken'in eserleri, Nazca'yı turistik bir yere dönüştürdükten sonra, Reiche kendi sınırlı mali kaynaklarıyla özel korumalar tutmuştu. Hatta iyice yaşlı olmasına rağmen, tekerlekli sandalyesiyle çölde devriyeye çıkıyor, çizgileri tahrip edecekler diye turistleri bölgeden uzaklaştırıyordu. Nazca'da bir halk kahramanı olmuştu. 1990'ların başlarında, Reiche ve kız kardeşi Renate Reiche, en azından bazı araştırmacıların gözünde biraz fazla titiz davranmaya başlamıştı. Maria Reiche'nin korumaları, çanak çömlek parçalan çalmakla suçladıklarBelki de, Marie Reiche'yi eleştirenler, yaşlı kadının çizgiler kadar kendi astronomi teorisini de korumaya çalıştığını düşünmüşlerdi. Eğer böyleyse, 1998'de 95 yaşında ölen Marie Reiche, Aveni ve bir İngiliz astronom, Clive Ruggles'in gerçekleştirdiği en son astronomik analizlerle biraz olsun teselli bulabilirdi. Hawkins gibi, Aveni ve Ruggles da göksel izdüşümlerin birçok Nazca çizgisini açıklayamadığını görmüştü. Ama yine de, Hawkins'in tersine, hepsi rastlantı olarak açıklanamayacak sayıda izdüşüm olduğu sonucuna da vardılar. Aveni, Cuzco'daki ışınsal çizgilerin bazılarının güneş, ay ve yıldızların konumlarını gösterdiğini kaydetti. Bu durum, onu astronominin Nazca'da bir rol oynamış olabileceğini, ama bu rolün hiç de Kosok ya da Reiche'in düşündüğü kadar büyük olmadığı sonucuna ulaştırmıştı. Von Daniken'in okurları da çizgilerle ilgili en son görüşten kuşkusuz düş kırıklığı yaşamış olmalı! Örtüşen teorilerin astronomik, tarımsal, dinsel boyutları, tek bir açıklamanın verebileceği türden bir doyum sağlamıyor. Ne yazık ki, tek bir açıklamanın bütün bu çizgi ve şekilleri aydınlatması, neredeyse tamamen olanaksız. Bununla birlikte, Aveni, Silverman, Urton, Zudiema ve başkalarının son buluşları, başlangıçta görülebildiğinden çok daha fazla ortak yan içeriyor. Bu bilimcilerin her biri Nazcalılar ile eski ya da yeni Peru kültürleri arasında ilişki arayışıyla işe başlamıştı. Buldukları her ilişki Nazca çizgilerinin anlam kazanmasına yardımcı olmuştu. Çizgilerin "antik dünyanın harikaları" olarak adlandırılmış olmaları, bunların Güney Amerika antik çağı hakkında bilinenlerin hiçbiri bağlamında anlaşılamayacak kadar çarpıcı oldukları anlamına geliyordu. Oysa Nazca üzerinde çalışan yeni arkeolog, antropolog ve tarihçilerin çoğuna göre, bunun tersi doğru: Eğer çizgilere bir açıklama getirilecekse, bu sadece onların dünyası bağlamında olabilir.ı Clarkson'un ve ovaya bilerek zarar vermekle suçladıkları Urton'un çölde çalışmasını geçici olarak engellemişlerdi.

Yorumlar